Free mp3 download

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bilinçli Kayboluş Destanı 4

...
Güneşin olmadığı anlarda güneşin aslında bir manası yoktur. Bizde oluşmayan algıları aramak insan yaratılışına pek uymaz. Güneşin varlığı bilinçli bir kayboluş için gerekli miydi, yoksa O`nun yaratacağı şeyde O`na engel olabilir miydi?
Bu soruyla devam etti bir süre yoluna. Vereceği cevabın daha uzakta olduğunu bildiği halde düşünmeye devam etti. Nasıl olsa zaman asla kimsenin hayatını etkileyemeyecek kadar durağandı. Bir süre bunu insanlara anlatmaya çalışmıştı. Nefret ettiği bir kadından duymuştu bunu. Kendilerine zaman vermeleri gerektiğini. İnsanlar değişmedikçe zaman olduğu gibi devam edecekti ama insanlar hep zaman isterdi.
Kumlardan çıkışı ummadığı kadar olmuştu. Korkmuştu aslında ilk baştan, yumuşak toprağın altında sert bir zemin hissedince. Şaşkınlığı fazla uzun sürmeden taşla beraber yükseldi göğe. Peygamberin hissettiğini hissetmiş midir acaba biraz?

Oda 4

Bastığı zemin herhangi bir hisle anlatamayacağı kadar karmaşık ve yabancıydı. Maviyi görmesede hissediyordu. Hafifliğin üstüne şefkat veren bir anne gibi değil şefkat isteyen annenin duyduğu hisle bıraktı kendini.
....

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Bilinçli Kayboluş Destanı 3

...
Bir çok kadın O`nun elini tutmaya çalışıyordu. Dokunduğu her el, aynı yönde farklı adımlar attırıyordu. Eski sevgililerinin isimlerini söylüyorlardı kulağına usulca. Aklında paranoyanın tohumları kök salmaya başlamıştı bile.
- Ya onlar eski sevgilileriyse.
Ayağını hissetmiyordu artık. Bir boşluktaydı. Kadınların çıplak vücutlarını hissediyordu. Her biri sıraya girmiş teker teker üstünden kayıp geçiyordu. Uyumadan önce koyunları saymaya benziyordu sanki. Gitmek istiyordu. Bunu söyledi ve kadınları ona bir bardak şarap ikram etti. Her kadının kendi seçiminden birer damla alınarak yapılmış bir şarap kokteyli demek daha doğru olur sanki.

Oda 2

Koridor farklılaşmıştı bu sefer. Eski soğuk kasvetli havasını bırakmıştı, ayaklarını kaplayan soğuk hava kaybolmuştu. Yeni bir çıkıntı bulmaya çalışıyordu ama yerden yükselen sık yapraklar ona biraz zorluk çıkarıyordu. Bu sefer bulduğu ilginç bir çıkıntı değil, sıradan her evde olan bir kapı kulpuydu.
İçeri girdiğinde, çıplak ayaklarında kumların dolaştığını farketti. Haraket eden kumlardı bunlar, O`na gideceği yönü gösteren kumlar. Kafasını kaldırdı. Karanlığında güneşi bulmaya çalışıyordu.
...

16 Ağustos 2011 Salı

Bilinçli Kayboluş Destanı 2

Kaybolmak belirli bir süreden sonra insanda farklı bir algının açılmasına sebep olabilir. Bu süreç karmaşık bir işleyişe sahip çoğu zaman, kişiye, mekana ve zamana göre farklılık gösteren dinamikler. Bizim kahramanımızın kolay kolay hiç bir insanda oluşamayacak bir kaybolma algısı vardı. Bilinçli olarak oluşturduğu bu algı O`nun dünyayla oynadığı bir kağıt oyununda, kötü bir eli çıkarma çabasıydı. İyi bir hamle, riskli olan hamleydi şu an.
Yürümeye başladı, gözlerini kapadı, zorunluluğun ızdırabıyla bağlandığı insanlarının yerine koca bir karanlığın yalnız süvarisi olup, bilinmeyen odaların zevkini çıkardı bildiği yerlerden ayrılana kadar.

1. Oda
Koridora ilk girdiğinde bir belirsizlik olmuştu. Anlamadığı şeyler hep ilgisini çekmişti. Ağır, soğuk bir zemin hemen üstünde birikmiş onun yürümemesini isteyen halde pusuya yatmıştı. Ellerini açabildiği kadar açıp dokunduğu ilk çıkıntıyı kurcalamaya başladı. Bir şeylerin açıldığını farketti bilinmezliğe ilk adımını atmıştı.
İçerinden kadınları duydu. O`na sese doğru gelmesini söylüyorlardı. Kendini zapteden şehvete karşı koyamıyordu.
...

14 Ağustos 2011 Pazar

Bilinçli Kayboluş Destanı 1



Sıkılan adam var bir yerlerde. Tek arzuladığı şey bir farklılık. Kendine has zavallılığıyla tanrıya baş kaldırmaya karar veriyor. O`nun yarattığından daha farklı bir kişiliği yaratacak. Tanrıya başkaldırmak genelde iyi sonuçlanmayan bir şey olarak bilinir. Adam öyle düşünmüyordu ama O`na göre din tamamen çelişkilerle dolu bir safsata bütünüydü, O tanrının bile hayal gücünü yenebilirdi. Hayalci olmak başlı başına bir meslekti bizim nadide kahramanımız için. Kim sorarsa sorsun - ebeveynleri dahil - o kendini hep profesyonel hayalci ve yarım zamanlı anarşist olarak tanıtırdı kendini. Bilinçli bir kayboluşun gerektirdiği önemli şeyler var. Başlangıç olarak hafızamızı yenmemiz lazım. İnsanlar garip varlıklar, ufak kırıntılardan geçmişteki acılarını hatırlamayı iyi biliyorlar. Bizim kahramanımız böyle bir özelliğin kendisinde bulunduğuna inanıyordu. Uzun zamandır tanıdığıma inanıyorum onu, dışa vurduğu bi acısını görmedim daha ya cidden içinde tutmayı iyi başarıyordu ya da cidden kendi belleğinin onu zaptetmesine izin vermiyordu.
Kendi belleğine sahip olmak, ruhunu ve kişiliğini insanın kendisi yönetmesi büyük bir olay. İnsanlar özgür iradeye inanır ama çoğu kendi davranışlarını dahi anlatamaz kendisine. Bence özgür iradeye sahip olmak kendinden daha üstün bir varlık yaratıp, kendi kendine, onunla kendini yönetmelisin. Üstün insan olma becerisi diyorum ben buna.
Hikayemize dönersek... Bizim güzel kahramanımız, kendinden emin bir şekilde Cantona`nın futbolu bıraktığı gibi bıraktı insanlarını. Tanrıya başkaldırışının destanı başlamıştı artık. Bir sırt çantası hatta kimliği olmadan bir insan neler yapabilirdi acaba. Fazla parası yok gibiydi, belki hiç parası olmamıştı ya da zengindi. Standart bir insan olarak tanıyordum onu, bizi iç yaşamına hiç sokmamıştı.

21 Haziran 2011 Salı

210611

Saatin tik takları gibi hayat. Kaliteli olduğunda durmuyor biraz kötüleşince aksak geç kalıyor hep, ince ayarlarla devam ediyor bir yere kadar. Ömrü uzun süren antikalarda var hep hoşumuza giden, orjinal şeyler yerini tutmuyor onların. Hep koca sallanan bir sarkaç istiyoruz gibime geliyor. Diğerleri fabrika çıkışı, normal, standart, tek düze, bir işe yaramayan. Sonuç saat hayata benzer işte bir yerde, rutin, dibine kadar kovalıyoruz yakalamak istemediğimiz bir şeyi. Bozulup bitiyoruz anın birinde sonra arkamızdan laf ediyorlar. Rahmetli günde 2 kere doğruyu gösterirdi. Duran saat olmak bozuk saat olmaktan iyidir aslında en azından doğruyu gösteriyor günde iki kere, diğerinden tamamen umut kesilmiş o daha da kötü.

15 Haziran 2011 Çarşamba

150611

Zaman bir yere kadar idare ediyor mutluluğu. Zamanın yöneten değil yönetilebilen olduğunu öğrendiğimizde acı da başlıyor. Biz, genelde zamanı yönetemiyoruz sonra üzülüyoruz işte elde edemeklerimizden.
Sonra yine yalnızız be amir

28 Nisan 2011 Perşembe

280411

Aslında şairin dediği gibi... "Konuşmakla sınırldır her şey." Bazıları saçmalıyor, anlaşılabildiğimiz kadar varmış diye. Anlatamadıktan sonra nasıl anlaşabiliriz ki?
Yaratılmak istenilen insanlar olmaya çalışırken bir düşünce tomurcuğu çakmıyor kafamızda. Bir blog yazarken bile nefret ediyorsun aslında kendinden. Bitmesini istemediğin kitapların sayfa numaralarını silemiyorsun, yeni alınmış bir kitabın kokusunu duyamıyorsun artık... Bunları yapanlarsa sadece "romantik"ler kaldı. Aldığımız nefes mi yoksa verdiğimiz nefes mi? Olayı çözebilmiş değilmiz galiba. Bir şeyleri çalmaya çalışıyoruz bünyemize, kaybolmuşluğumuza katmak için. Yeni rollerde yeni insanlar oluyoruz...
Bazen insan
Bazen kaybolmuş
Bazen kazanmış
Bazen biz yokuz
Bazen olmak istediğimiz insanları oynuyoruz
Bazen...
Hayat işte... Geriye baktığımızda bazen ve belkileri yaşıyoruz işte...

9 Mart 2011 Çarşamba

Eskişehir terminal bekleme esnası... 08032011

Zaman sıkıcı bir şekilde boğmaya devam ediyor. Herkes sürekli bir söylenti içinde. Neyin ne zaman geleceğine, sorunun ne olduğuna dair kimsenin bir fikri yok. Saçma listeler birikiyor kafamda.
1,2,3,4,5 Efes
Sigarayı ne kadar tüketeceğimi bilmiyorum.
Byrds - Eight Miles High
Slowdive - Catch The Breeze
My Bloody Valentine - When You Sleep
Beatles - I Want You
Bunlar bitene kadar ilk bira biter galiba. Sonra araya patates kızartma faslı girer. TV molası, kanallar arası uyuşturucu turunda dozu hafif bir şeyler bulmak lazım. Ve patatesler hazır olur, 2. biranın ortalarında Sosları unutmamak lazım. Kekik, kırmızı pul biber az biraz da kimyon. Yanlarına bulabilirsem kornişon turşusu eklentisi 2. birayo da TV eşliğinde bitirdikten sonra büyük kaptan Bülent`in şerefine 3`e geçiş.
Uzun şarkılar istiyor canım.
Genesis - Firth Of Fifth
Spiritualized - Broken Heart
Pink Floyd - Shine On You Crazy Diamond
Doors - When The Music is Over
Eğer uzarsa ek olarak;
Pink Floyd - Set The Control For Heart Of The Sun (Live Pompeii)
Sonra devam eder gece, ışıkları kapatıp battaniyenin altına girme vakt gelmiştir bir hafta beklenen güzel dizilerle beraber. Hangisini önce izleyeceğimi bilmiyorum. Sanırım daha bir seri halinde gittiği için Californication`a öncelik tanıyabilirim. Üstüne House tatlandırıcısından sonra bir saati daha bitirmiş bulunuyoruz. Gecenin finali tabii ki büyük üstad Dostoyevski eşliğinde. Ya sarhoşluğumdan, ya gerçekten mallığımdan ya da zevk uğruna bu kitabı yavaş okuyorum.
...Ve gece sona ererken gelecek olan tatlı Nisan güneşine yalvarmak üzere son şarkı;
Kinks - Sunny Afternoon

24 Şubat 2011 Perşembe

17022011

Tanrı azıcık hayal gücünden üfledi insancığına. Sonra Şubat`ı yarattı. İnsancık büyüdü sonra Şubat`a metalik ay adını verdi. Yaratılmış olanların dayanılmaz kaptırdı kendini. Sonra zavallı adem yaratan Zaman-Tanrı`ya küçük ama güzel kız yüzünden karşı çıktı. Zaman-Tanrı biricik fahişesi mekanı katmıştı işin içine. Yanlış zamanda yalnış yerde bulmuşlardı birbirlerini. Hayaller bile yardım etmemişti bu sefer insancıklara.
Zamanla insancık karşı çıkmayı da bıraktı tamamen yoksaydı yaratınını. - İnsanlar reddetmek ve yoksaymanın farkını hala farkedememişken onu isyankarlar kabul etti arasına. Oysa o yarım zamanlı bir anarşistt küçük arabasına büyük hayaller sığdırıp yolculuk eden.-

15 Ocak 2011 Cumartesi

Düşler.

Büyük düşler öldürüldüğünde, çok kan akar... Bazen bu sözle başlamak yazılara çok daha basitleştiriyor herşeyi. Zaman-tanrı zamanı kullanmamıza çok daha kolay izin veriyor galiba.
Korkuyorum hayallerin yok olmasından, Zaman-Tanrı`nın mekanlara koyduğu zorluk geliyor aklıma. Güzel Nisan güneşine soramıyorum istediklerimi. 1`i 0`a indiremediğimiz sürece hayallerin gerçeklerine nasıl inanacak insanlar?

7 Ocak 2011 Cuma

7.1.11

Ve tanrı Barrett`a müzik ruhunu verip dünyadaki görevini yapması için yeryüzüne yolladı. Çok retorik oldu bi din kitabının başlangıcı ama Barrett bu sözlere değer. Sonrasında Barrett ayrıldı ve Pink Floyd dünyayla barıştı bu tamamen ayrı bir olay. İlk cümleleri tapılası müzik tanrısına verdikten sonra gelelim asıl amaca - bir ara Barrett`a uzun uzun değinmek dileğiyle - küçük ama güzel kız.
Saçma bir şekilde ona bakıp kafamda Baudeleire dizleriyle birlikte canlanan Puşkin romantizmi. Sadece birisine bakmanın bu kadar huzur verdiği nadir anlar. The Stone Roses` ı bu yüzden yeniden çok çok dinlemeye başladım galiba. Acaba oturup dinlesek sever mi O`da. Belki biraz sevebilir, belki gerçekten hissedip o tatlı müziği gözlerindeki Nisan güneşini insanlığa az biraz da olsa hediye edebilir. Sanat acıyla yapılan bir şey galiba O`nu sevip sonra O`ndan ayrılmam gerekiyor bir şeyler yazabilmem için ya da sadece uykulu olmamda yeter. O zamanlar saçmalamayı iyi başarıyorum.